Sanki... sanki hakikati çoktan bulmuşsun lakin bunu kabullenemediğin için gerçeği değiştirmeye çalışıyormuşsun gibi. Sanki tek arzunun bir yalanın yok olmasını istermişsin gibi. Gibiler ve belkiler. Seni tüketen, belki de varlığını sürekli hissettiren, seni yaşatan belkiler. Değişebileceğin hiçbir şey yokmuşçasına, doğduğundan itibaren kodlanmışçasına, Schopenhauer'un dediği gibi yaşamının son evrelerinde tüm hayatının koca bir düş kırıklığı ve yanılgılarla dolu olduğuna. Hepsini belirli zamanlarda görüp hissedip yaşamak gerekirken koca bir deryayı tek yudumda içmiş çoktan hazmetmiş gibi. Yaşamını o ağacın dibine gömüp orada huzurla yaşamasını istermişsin gibi, tüm ceremesini sen çek. O yaşasın, senin bir değerin yok, çünkü elinde tutacağın bir değerin yok. Yaşadığını sanıyorsun, yaşamıyorsun. Çünkü milattan önce öldün. Tüm çırpınışların tekrar yaşayabilmeyi ummaktı oysa ki hiç yaşamı tatmamıştın bile. Düğümlemeden çözmeye çalıştın, koparmak isterken daha da sıkılaştırdın. Yaşadığını sandığın tüm sancıların aslında yok. Onlar hayali bir karakterdi, aynaya bakan yüz, senin değildi, sadece maskendi. Peyderpey dökülen yüzün değil, tüm mimiklerindi. Boşluktan aşağı düşen düşüncelerin değil, bedenindi. Şimdi öldün asıl zihnin başka çağda yaşayacak, özgürce. Şimdi öldün, bedenin yaşayacak o ulu çınar ağacının kalbinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder